Yaşadığım çevremden, ülkemden, hepimizin evi olan Dünya’dan haberim olsun istiyorum.
Onun için de olabildiğince insanlarla konuşmaya, gazete-kitap okumaya, interneti kullanmaya ve evimdeki tüplü televizyonu izlemeye çalışıyorum. Ülkemin içindeki çatışmalı ortamı İMC TV’den, HAYAT TV’den; bazen de HALK TV’den öğrenmeye çalışıyorum. 13 yıldır Türkiye’de uygulanan ekonomik politikaları, Kaçak Saray’da sultanlık sürdüreni ve onun dalkavuklarını görünce de “sahibinin sesi” durumunda olan gazeteleri okuyamıyor; o televizyonları izleyemiyorum. Çünkü oradaki, yolsuzlukları inkâr eden yalanlara, öldürülen çocuk ve yaşlıları terörist sayan acımasızlıklara, barışı teslimiyet olarak kabul eden savaş kışkırtıcılığına dayanamıyorum.

Bugün HALK TV’de Rahmi Aygün’ün konuğu olan Gülşen Karakadıoğlu’nu dinleyince çok güzel iki şey öğrendim.

Birincisi şu: Fiziki yapısıyla zaten küre olan dünyanın, sermaye ve onun tahakkümü açısından da küreselleştiğini görünce benim için artık filan dinden veya filan ulustan olmanın pek bir önemi ve anlamı kalmadı. Sermaye açısından zaten doğası gereği ta başından beri din ve milliyetin önemi yok. Onlar için önemli olan ne kadar sömürdükleri. Bizim için de önemli olan ezen veya ezilen; sömüren veya sömürülen tarafında olmak veya olmamak.

Buradan yola çıkarak her ne kadar Osmanlı’da yaşananları artık tarihe bırakmak gerektiğini düşünsem de, Anadolu’nun Osmanlı’dan önceki geçmişi olan Selçuklulara biraz daha sempati duymaya başladım. Çünkü, bugünlerde mutfak mermeriyle restore edilmeye çalışılan ve 2500 yıl önce yapılmış olan Aspendos Tiyatrosu’nu Selçuklu Hükümdarı Alaaddin Keykubat’ın onarttığını ve aslının korunması için de genelgeler yazdırdığını Gülşen Karakadıoğlu’dan duyunca Osmanlı gözümde biraz daha küçüldü. Daha küçüğü de bugünkü yapılanlar. Ama “sanatın içine tükürenlerden” ve sanat yapıtını “ucube” olarak görenlerden de büyük ve doğru bir davranış beklenmez.

Gelelim ikincisine: İkinci Dünya Savaşı biter bitmez, -şimdiki Cizre, Şırnak, Nusaybin vb. kentler gibi- aylarca top ateşine tutulan ve neredeyse zarar görmedik binası kalmayan Berlin’i, Alman Hükümeti ivedilikle onarmaya başlamış. Ama bütün binaları bırakıp işe önce tiyatro binasından başlamışlar. Öyle ivedi davranmışlar ki bina bittiğinde bir de fark etmişler ki tuvaletin yapılması unutulmuş.

Bu çok dikkatimi çekti. Etkilendim. Demek ki bir tiyatro binasının olması ve haklın tiyatro izleyebilmesi, savaşın yaralarını sarmak bakımından her şeyden daha öncelikliymiş. Bunu, bombardımanın yerle bir ettiği bir kütüphanenin yıkıntıları arasında buldukları kitapları okumaya çalışan insanların yer aldığı siyah-beyaz bir fotoğrafta görmüştüm. Abartı gibi gelmişti, ama aslında yanılan benmişim.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, tiyatronun başlama saatinde gelemediği için Atatürk’ü beklemeden tiyatroyu başlatan büyük tiyatro ustası Muhsin Ertuğrul’un, neden, “Hastane gövdelerin; tiyatro ise ruhların şifa kaynağıdır” dediğini daha iyi anlıyorum. Günümüzde vakit namazına zamanında gelmeyen bir Cumhurbaşkanı için ezanı bile geç okutan bir zihniyetle kıyaslandığında, durum daha büyük bir anlam ve önem kazanıyor.

Çünkü tiyatro oyuncusuyla izleyicisiyle insanları yan yana, yüz yüze getiriyor. El ele olmamızı sağlıyor. Tiyatro bir ayna. Bize kendimizi gösteriyor. Tiyatro yapıcı bir unsur. Onarıyor.
Savaş ise yok edici. Yıkıcı. Düşmanlaştırıcı.

Bizim, yani insanlığın, barışı istemekten, barışı savunmaktan ve barışı gerçekleştirmek için var gücümüzle çalışmaktan başka şansımız yok. Yoksa, ateşin körüklendiği yerde elimizde kalan yalnızca kül oalacaktır.
……………………………………………………………………

“Her ulusta sayılı insanlardan oluşan bir topluluk(sınıf) üretim ve değişim araçlarını elinde tuttukça, öbür insanların da yönetimini elinde tutacak; onlara kendi yasalarını zorla kabul ettirecektir. Bu sınıf, yığınların gösterdiği tepkilerden korunmak için, ordulara dayanacaktır. Karşıtlıklardan yararlanacak, özgürlükleri kısacaktır. Bunlar sürdükçe, toplumsal ve siyasal çatışmalar oldukça, savaşlar da olacaktır.” (Jean Jarues)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here