
30 otobüs İstanbul’dan, altısı Diyarbakır’dan, İzmir, Van, Şırnak, Antalya’dan v.b.kadınlar yürüdü Kocakent’e. Antalya’dan 2 otobüs dolusuydular. Sivil Toplum örgütleri ve sol partilerden kadınların toplamı iki kişiydi.
17 Eylül Cumartesi gün Ankara’da “Barış” yürüyüşü yapıldı. Ülkenin dört bir yanından otobüsler dolusu kadın Ankara’ya taşındı. Ortalama yaş ellinin üstündeydi, çünkü anaların yürüyüşüydü bu. Kaybettikleri çocuklarının acısını yüreğinde taşıyan, yüzünde acılı umut tebessümleri açan, dim dik ayakta anaların. Kaybedenler bilir, evlat acısının tarif edilemez olduğunu. Ben bebeğimi kaybettiğimde, senelerce kendimi toparlayamamış, yürüdüğüm yollarda sık sık düşmüştüm.
Evlat acılı anaların çevresine bakınarak aradıkları “Şehit” analarıydı. Öyle ya acı acıydı, evlat acısı. Yan yana yürüyerek “Barış” diye haykırmayı ummuşlardı. Yoksa barış nasıl gelirdi bu ülkeye? Birlikte çağırmazsak, birlikte yürümezsek duyulur muydu sesimiz? Acımız da gözyaşımız da aynı değil miydi? Bir çocuğumuza “Şehit” diğerine “Ölü” diyerek barış gelir miydi? Hem kardeşin vurduğu şehit olur muydu? Ya da kardeş kardeşi daha ne kadar vuracaktı? Neden vuracaktı? Kimin için vuruyor, kimlerin oyununa geliyordu?
Ak tülbentli, rengarenk giysileri, barışı temsil eden beyaz fistanlı, yüzünde yılların çizgileri, bacaklarında barış dermanıyla zor ayakta durabilen analar uzaklardan taşınmışlardı umutla. Her fırsatta “Abdi İpekçi Parkı”nın çayırına atıyorlardı yorgun bedenlerini. Kol kola halay çekti daha genç olanlar. Tilili çektiler, içi acılı türküler söylediler iki dilde. Kürtçe, Türkçe söylediler her bir sözcüğü ve taş düşmedi gökten, yıkılmadı yer yan yana gelmekten.
30 otobüs İstanbul’dan, altısı Diyarbakır’dan, İzmir, Van, Şırnak, Antalya’dan v.b.kadınlar yürüdü Kocakent’e. Antalya’dan 2 otobüs dolusuydular. Sivil Toplum örgütleri ve sol partilerden kadınların toplamı iki kişiydi. Otobüste Kürtçe bilmeyen tek kişi bendim. Söylenen o güzelim türkülere katılamamak üzücüydü, ama müzik evrenseldi, ezgileri alıp götürüyordu uzaklara ya da çok yakına. Ben Antalya ile Ankara havasını tahmin edememiş, yanıma kışlık bir giysi almamıştım. Üşüdüğümü gören Mardinli Zekiye’nin çantasından çıkardığı giysiyi bana uzatıp “Geri veresin diye değil” demesi dayanışmanın en sıcağıydı. Ankara’da da durum farklı değildi. Ülkenin dört bir yanından gelen kadın sayısının 5000 olduğunu söylediler. Bu sayının içinde göstermelik 50 kadar sivil toplum örgütü ve sol partilerden destekleyen kadın vardı. Konuşurken mangalda kül bırakmayan sol partilere gönlüm küstü. Hani barış istiyorlardı? Kürt anaları neden yalnız bıraktılar? Barış yalnızca onlara mı gerekliydi? Teorideki coşku, pratikte toz duman olmuştu.
Yürüyüşte her şey alışılmışın dışındaydı. Kadınlar asker gibi sıraya dizilmeden, her sırada belki 50 kadın dağınık olarak caddeyi doldurdu. Türkülerle barış sloganlarıyla yürüyerek, hiçbir taşkınlık yapılmadan miting yerine ulaşıldı. Gültan Kışanak’ın ilk konuşmayı yaparken, önce ölen polisin adını, sonra da Kürt gencinin adını elindeki listeden okuması anlamlıydı. Barışın ne denli gerekli olduğunun, ne denli geç kalınmışlığının anlatımıydı. En arkada polisler, onlar da hiç saldırıya, tacize kalkışmadılar. Yani Ankara, Ankara olalı sakin, olaysız, anlamlı bir yürüyüş gördü. Yetkilileri düşünmeye sevk ettiğini umuyorum. Saldırı olmayınca yürüyüşlerin ve mitinglerin daha bir insanca olabileceğini, kıyımların kimlerden kaynaklandığını anlaşıldığını sanıyorum.
Bir kez daha kadınları ayakta alkışlayıp yüreklerinden öpüyorum. Ben inanıyorum ki barışı bu çıldırmış dünyaya kadınlar getirecek. Akşam TV’lerde boşuna aradım yürüyüş haberlerini. Yalnızca Hayat TV verdi. Demek ki diğerlerinin böylesi bir derdi yoktu.