Kent kötüydü. Şehir zalimdi. Kent acımasızdı. Şehir barbardı. Kent işsizlikti. Şehir gündelik işti. Kent parasızlıktı. Şehir yoksulluktu. Kent emeğinin karşılığını alamamaktı. Şehir çakallar ordusuydu. Kent kurtlar sofrasıydı. Şehir şiddetti.

Ev ‘köroğlu’ydu. Ev çocuklardı. Ev, eve getirilemeyen ekmekti. Yokluktu, yoksulluktu.

Ev, ‘Biz bu kadar eğilmezdik çocuklar olmasaydı.’*

Baba emekti. Baba sevgiydi. Baba şefkatti. Baba güvendi. Baba verilemeyen harçlıktı. Baba alınamayan kitaptı. Baba bir boynu büküklüktü.

Baba coşkuydu. Baba dirençti. Baba şarkıydı. Baba ‘Cem’di. Baba ‘talip’ti. Baba ‘musahip’ti. Baba, ‘dosttan bir elma geldi / elma ne güzel elma / içi turunç dışı turunç / ne güzel elma’**ydı. Baba bağlamaydı. Baba semahtı. Baba türküydü.

Baba(m) şehre inerdi. Baba(m) eve un getirirdi, ekmek getirirdi.  Şehir,  babamla eve gelirdi. Kent,  sobanın başına bağdaş kurardı. Baba(m) koca bir suskunluk olurdu. Baba(m) fısıltı olurdu. Anne(m) dinlerdi. Anne(m) mırıl mırıl konuşurdu. Baba(m) kuzine sobadan, maşayla ateş alır, cigarasını yakardı. ‘İlk nefeste yarılanır cigaram / Bir duman alırım dolu / Bir duman kendimi öldüresiye ‘ ***olurdu.

‘Sus, kimseler duymasın / Duymasın, ölürüm ha.’**** olurdu.

Göz göze gelirdik.

Kalk oğlum radyoyu aç,  derdi.

Açardım.

Ali Ekber Çiçek başlardı:

‘’Gönül gel seninle muhabbet edelim

Araya kimseyi alma sevdiğim

Ya benim kimim var, kime yalvarayım

Kaldır kalbindeki karayı gönül

Dünya için gül benzini soldurma

Halden bilmeyene halin bildirme

Tabip olamayana yaram sardırma

Azdırırsın bir gün yarayı gönül

Solmazsa dünyada güzeller solmaz

Bu dünya fanidir kimseye kalmaz

Yalan dolan ile sofuluk olmaz

Mümin olan bekler ferahı gönül

Derviş Ali’m öğüt verir özüne

Gönül lütfeyledi kendi sözüne

Azrail konarsa göğsün düzüne

Beklemez o zaman sırayı gönül

Derin bir ‘off’ çekerdi.

Gidip bir de yaşlı bir kadınla evlendi, derdi.

Kızardı, üzülürdü.

Dinler, üzülür; üzülür, dinlerdi.

Yine dinler;  yine üzülürdü.

Şehre iner, şehir / kent savaşlarından eve elinde ekmek ve kırkbeşlik plaklarla dönerdi. Âşık Mahzunî’yle, Mahmut Erdal’la, Âşık Daimiyle, Âşık Gülabî’yle, Âşık Zamanî’yle, Âşık Nesimî’yle, Kul Mehmet’le… dönerdi.

Oğlum şunları bir çal hele, derdi. Pikabın başına geçer, küçük bir süngerle plağı siler, yerleştirir, çalardım. Babam dinlerdi. Bir sigara yakardı, uzaklara dalardı.

Oğlum,  hele sen radyodan Ali Ekber Çiçek’i bul,  derdi yine. Arar, bulurdum. Ali Ekber Çiçek yine başlardı: 

‘’ Derdim çoktur hangisine yanayım

Yine tazelendi yürek yarası

Ben bu derde kanda derman bulayım

Meğer şah elinden ola çaresi

Efendim, efendim beni efendim

Benim bu derdime derman efendim

Türlü donlar giymiş gülden naziktir

Gönül ceyreyleme güle yazıktır

Çok hasretlik çektim bağrım eziktir

Güle güle gelir canlar paresi

… ‘’

İçli içli dinler, yine derin bir ‘off’ çekerdi. ‘ Bilmem ki nasıl anlatsam; / Nasıl, nasıl, size derdimi! / Bir dert ki yürekler acısı / Bir dert ki düşman başına / Gönül yarası desem / Değil / Ekmek parası desem / Değil / Bir dert ki / Dayanılır şey değil!’ *****olurdu.

Çocuktum, derdi neydi anlamazdım; bilmezdim.

Annem kızardı.

Ağzının içinde bir şeyler gevelerdi.

Susardı.

Halil Amca gelirdi kimi günler.

Seydali Amca gelirdi kimi günler.

Tayyar Amca gelirdi kimi günler.

Üçü birlikte gelirdi kimi günler.

Halil Amca,  köyümüzün yoksulluğunu taşırdı evimize obamıza.

Seydali Amca, Dersim’in acılarını taşırdı evimize obamıza.

Tayyar Amca,  Harput’taki tehcirin acılarını taşırdı evimize obamıza.

Halil Amca tabakasını çıkarır, cigara sarardı.

Babam dur, bur(a)dan yak, der, yenice tabakasını uzatırdı.

Halil Amca,  ‘yirmi yassı cigara’dan birini alır,  yakardı.

Babam:’ Oğlum, kalk şu Kürtleri bul!’ derdi.

Kalkar, kısa dalgada biraz gezer, sonra ‘Kürtler’i bulurdum.

Radyoda cızırtıyla Kürtçe ezgiler çalardı.

Cızırtıya aldırmazlardı.

Susar, dinlerlerdi.

Dinler, susarlardı.

Yine susarlardı; yine dinlerlerdi.

Kürtler’ biterdi.

Babam, hele oğlum şu türküleri aç,  derdi.

Ali Ekber Çiçek yine başlardı.

On dört bin yıl gezdim pervanelikte

Sıdkı ismin duydum divanelikte

İçtim şarabını mestanelikte

Kırkların ceminde dara düş oldum

Kırkların ceminde, Haydar Haydar

…’

*Behçet Necatigil

**Anonim semah (Ruhi Su)

***Ahmed Arif

****Ahmed Arif

***** Orhan Veli

                                                                                     Nisan – 2020

                                                                                         Antalya

Nusret Gürgöz, 1962 Elazığ doğumlu. 1984’te Dicle Üniversitesi – Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü; 1997’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Bir süre öğretmenlik yaptı. Bu aralar avukatlık yapıyor. 2009 – 2016 arasında Çağdaş Hukukçular Derneği Antalya Şubesi Başkanlığı yaptı. 1990’dan bu yana şiir ve deneme ağırlıklı olmak üzere ürünleri sanat – edebiyat ve meslek dergileri ile internet sitelerinde yayımlanıyor.  Düşbilgisi ( Çocuklar için şiirler – Kora yayın / 1998), Ağıdım Kuşlara Kalır ( Şiirler – Kora Yayın / 1999), En Hakiki Hayat Hikâyeleri ( Deneme / Anlatı,  Berfîn Yayınları – 2004),  Okuntu ( Şiirler – Kora Yayın / 2006) adlı yapıtları var. Antalya’da yaşıyor.Yazıyor.

11 YORUMLAR

  1. Kalbinin derinliklerinde, geçmişten kalan derin izler var galiba Nusret Bey. Her yazında bizi de götürüyorsun oralara. Saygılar selamlar.

  2. Ne de güzel anlatmış bizim elleri. Çocukluğumu,köyümü anlatmış adeta. Sayenizde geçmişe bir yolculuk yaptım,Dersim dağlarında vadilerinde dolaştım. Duvar diplerindeki sohbetlere gittim,o samimi sıcak sohberlere. Çok teşekkürler.

  3. Çok güzel bir yaklaşım ve türkülerle yoğursanız harika olmuş.Türküler hayatımızın en önemli parçalarından ve tarihi bir belge aslında.kaleminize sağlık üstadım

  4. Anadolu’nun tozuyla yağmuruyla çamuruyla oluşan, olgunlaştıran insanını,bu güzel kelimelerle anlatmak ve okuyucuna tattırmak….. sağolasın

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here