
AYŞE ÖĞRETMEN’İN YÜZÜ
YA DA
‘CADI YAKMA TÖRENİ’
Nusret Gürgöz
Göç oldu bir acıdan bir acıya
oysa sağrısı kurumamıştı atımızın
daha dün sürüp gelmiştik buralara
bugün göründü yine yolların ucu
Devrildi kıl çadırlar bir gece vakti
usulca uyandırıldı çocuklar
ve kadınlar bohçası çözülmemiş
bir keder gibi düştüler
1963’te Londra’da yaşamına son veren Sylvia Plaht, ‘Cadı Yakma Töreni’ şiirine şu dizelerle başlar : ‘ Pazar yerine kuru odunlar yığıyorlar / Gölgelerinin fundalığı çok ince bir palto. Yaşıyorum, kendi balmumu görüntümde, bir bebek bedeninde. / hastalık burada başlar. / Hedef tahtasıyım cadıların…’
Ne çok cadı yakma töreni düzenlendi bu ülkede?
Doksanlarda, yaşanan faili meçhul cinayetleri, gazete bombalamaları, gözaltında kayıpları… kınamak üzere sanatçılar, aydınlar sokağa çıkarlardı. Yaşar Kemal’in, Vedat Türkali’nin, Orhan Pamuk’un, Murathan Mungan’ın, Orhan Alkaya’nın, Betül Tanbay’ın, Nur Sürer’in, Sennur Sezer’in… sokakta yürürkenki, gazete satarkenki görüntüleri hâlâ gözümün önündedir.
Kimin yazdığını, nerede okuduğumu şimdi anımsamıyorum. ( Emeğine asla haksızlık etmek istemem, yazarı bağışlasın beni!) Böyle bir eylem sonrasında Zühal Olcay’ı savcı ifadeye çağırır. Avukatıyla giderler. Savcı, Zühal Olcay’ı görünce onun güzelliği karşısında dili tutulur. Kendine gelince sorularını peş peşe sorar. Zühal Olcay o erdemli duruşuyla neden sokağa çıktığını tane tane anlatır. Savcı küçüldükçe küçülür, Olcay büyüdükçe büyür, odadan başı dik çıkar.
Zaman aksa da yıllar geçse hâlâ ve yine çok güzeldir Zühal Olcay.
Ömrü uzun olsun!
Turnalar gitti biz gittik
bitmedi peşimizdeki nal sesleri
nerde konaklasak tedirgindik
kuruyordu ırmaklar ve göller
Bir yangın gibi taşıyıp durduk
kederi ve acıyı göğsümüzde
yer gök duman içindeydi sanki
genzimizi yakıyordu ayrılıklar
Zulüm bırakmadı peşimizi hiç
biz gittik o buldu izimizi
konar göçer olduk yedi iklimde
tanığımızdır dağlar taşlar
Ne çok zulüm var bu ülkede; ne çok insan öldü, ne çok çocuk. Sur’un yakılıp yıkıldığı günlerde, yüreği dayanamadı işte Ayşe Öğretmen’in, 9 Ocak 2016’da, bir televizyon programına katıldı. Önce:’ Ülkenin doğusunda yaşananların farkında mısınız? Burada yaşananlar medyada, çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın. İnsan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın. Görün, duydun ve artık bize el verin. Yazık! İnsanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın.’ dedi.
Ekledi: ‘Aslında çok şey söylemek istiyorum. Duygu yoğunluğundan dolayı hiçbir şey söyleyemiyorum. Siz de fark ediyorsunuzdur, sesim titriyor. Bomba seslerinden, kurşun seslerinden insanlar susuzlukla, açlıkla mücadele ediyor. Özellikle bebekler, çocuklar. Lütfen siz de duyarlı olun, sessiz kalmayın, rica ediyorum… Lütfen!’
Yalnız bir öfke ışıltısı kaldı
gözlerimizin yorgun sularında
yaşamak bir inat oldu artık
yaşamak bir direnme oldu zulme
Ve işte yine devrildi kıl çadırlar
göç başladı bir acıdan bir acıya
geride akşamın küllenen ateşi
ve susturulmuş çocuk sevinçleri kaldı
Sonra mı ne oldu? Cadı yakma töreni başladı. Hakkında dava açıldı. Tutuklandı. Ceza verdiler. Karar kesinleşti, bebeğini dışarıda bırakıp on kişilik olan, ama sekizi çocuk elli bir kişinin barındığı koğuşta cezasını çekmeye başladı. Derken Anayasa Mahkemesi ihlal kararı verdi ve Ayşe Öğretmen tahliye oldu.
‘Düşündüğünü yazan ve söyleyen tüm yazarların, aydınların, avukatların, gazetecilerin, akademisyenlerin, öğrencilerin, siyasetçilerin, annelerin özgürlüklerine kavuşmalarını diliyorum. // Özgürlüğümün ilk gününde hem çok mutluyum bir o kadar da üzgün. Kızım beni tanımadı. Kollarımı açmış bana koşmasını beklerken, ağlayarak kaçması canımdan can aldı. Oysa ben böyle hayal etmemiştim. Kollarıma koşup gelmesinin hayaliyle dik durmaya çalıştım. Birkaç saat sonra bana bakmaya başladı. Benim için zor bir geceydi. Anneannesi onu yatırdı. Çünkü beni istemiyordu. Uyduktan sonra kızıma sokulup bol bol kokladım.’ dedi cezaevinden çıktığı ilk gün.
Ayşe Öğretmen’e bunca zulme reva görenler, Zühal Olcay’ın güzelliği karşısında donup kalan savcı gibi Ayşe Öğretmenin güzelliği karşısında donup kalmışlar mıdır, hiç sanmıyorum. O güzelliği görecek göz ner(e)de onlarda, onlar kalsa kalsa emir aldıkları erkin karşısında donup kalırlar.
Ayşe Öğretmen’e, fotoğrafına baktınız mı hiç? Bir bakın isterseniz. Zühal Olcay kızmasın, gücenmesin, darılmasın.
Ondan daha güzel bir yüz göreceksiniz.
Dünyanın en güzel yüzünü göreceksiniz.
Neler mi var o yüzde?
Kapkara gözler, ipince kaşlar var.
Hüzün var, sevgi var.
Annelik var, bebek kokusu var.
Bazalt taşlar var.
Dört ayaklı minare var, Tahir Elçi var.
Dicle’nin akışı var, on gözlü köprü var.
Buğday başakları var.
Ahmed Arif’in, Lal Laleş’in, Veysel Öngören’in, Hicri İzgören’in, Kemal Varol’un… dizeleri var.
Esma Ocak’ın, Suzan Samancı’nın… tümceleri var.
‘Dilsiz Dengbej*’in acıları, ‘Sessiz Türkücü**’nün çığlığı var.
İşkenceden çıkmış genç kızlar var.
Duvar diplerine atılmış cansız bedenler var.
Yakılmış, yıkılmış evler var.
Sur var, Cizre var, Nusaybin var.
Acı var.
Keder var.
Onur var.
Çocukların düşleri ve ille de barış var.
Barış var.
Mayıs – 2019
Antalya
*Sennur Sezer’in bir şiirinin adı
**Nusret Gürgöz’ün bir şiirinin adı
Şiir: Ahmet Telli – Göç
Nusret Gürgöz, 1962 Elazığ doğumlu. 1984’te Dicle Üniversitesi – Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü; 1997’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni birdi. Bir süre öğretmenlik yaptı. Bu aralar avukatlık yapıyor. 2009 – 2016 arasında Çağdaş Hukukçular Derneği Antalya Şube başkanlığı yaptı. Düşbilgisi ( Çocuklar için şiirler – Kora yayın / 1998), Ağıdım Kuşlara Kalır ( Şiirler – Kora Yayın / 1999), En Hakiki Hayat Hikâyeleri ( Berfîn Yayınları -2004), Okuntu ( Şiirler – Kora Yayın / 2006) adlı yapıtları var. Yazıyor.
Okurken gözlerim doldu, Taybet Ana, derin dondurucuda cenazesi kokmasın diye
bekletilen yavru ve daha niceleri geldi aklıma. Ayşe Öğretmenin çocuğunun kendisine yabancılık göstermesi bir baba olarak beni etkiledi.Maalesef yıllar geçiyor ve sorunlar karşısında bir arpa boyu mesafe yol alamıyoruz.Kısır döngü.”Çocuklar ölmesin.”demenin ya da ” savaş bir halk sağlığı sorudur.” demenin neresi suç? O zaman çocuklar ölsün mü demeli insan? Çok acı, her şey bu ülkede acı.Ve en kötüsü de acılara alışmak ve acı eşiğinin gittikçe yükselmesi.
Yine dokunaklı bir yazı olmuş, yüreğinize sağlık.
İyi ki her şeye rağmen hala Ayşe Öğretmenlerimiz var. Yoksa bu kadar acıdan sonra gülmeyi nasıl umut edebilirdik.
Yazılarınızı ilgiyle okuyorum sevgili Nusret hocam. Özellikle yaşanmışlıklar üzerinden ifade ettiğiniz yazıları ki daha bir anlamlı buluyorum. O yazılar siz de bilirsiniz o tarihsel olayları gün yüzüne çıkaran ve o olayların insanlık tarihine de nakşedilmesi için edebiyat tarihçileri tarafından da kayıt altına alınması gereken yazılardır.
Bu günlerde özlemle, hasretle andığımız büyük Kürt ozanı A. Arif o ünlü şiiri 33 kurşunu yazmasaydı o M. Muğlalı alçağının emriyle katledilen yoksul Kürt köylülerinin öyküsü unutulup gidecekti.
Roboski katliamının sonrası günlerde bir buluşmamızda Sevgili Ş. Erbaş’a şöyle bir şeyler dediğimi hatırlarım, Roboski’nin destanını yazmak da size düştü, bu sorumluluk en başta sizindir.
Bu anlamda sevgili meslektaşım Ayşe Öğretmenin öyküsünün edebiyat tarihine nakşedilmesini önemsiyorum.
Yüreğinize, kaleminize sağlık!!
Umudu dirençle yarına taşı
Unutma her şey çok güzel olacak
Eğme sakın dik tut onurlu başı
Unutma her şey güzel olacak