Antalya Cemevinde bir grup gençle yaptığım görüşmelerde hep şok edici cevaplar aldım. Sorduğum her soruya içtenlikle ve açıklıkla cevap verdiler.

“Müthiş bir şey… İnsan sevgisi ve insanlar arasında dostluk. Sadece insan değil, hayvan sevgisi, doğa sevgisi.. Alevi olmak müthiş bir şey.”  17 yaşında lise öğrencisi bir gençle görüşüyorum. Alevi olmak senin için ne anlama geliyor diye soruyorum. Hızla yukarıdaki cevabı veriyor.  Antalya Cemevinde bir grup gençle yaptığım görüşmelerde hep şok edici cevaplar aldım. Sorduğum her soruya içtenlikle ve açıklıkla cevap verdiler. Alevilik onlar için dinsel ritüellerin ötesinde bir kimlik idi. Alevi olmakla gurur duymanın ötesinde bir şeydi bu. Adeta kendini arama, köklerini arama ve tanıma ihtiyacının giderildiği bir alandı.  Tüm siyasi kaygıların dışında, tüm dinsel kaygıların dışında kendi kimliğini tanıma gayretini gördüm bu gençlerin pırıl pırıl gözlerinde.

Aileleriyle olan ilişkilerini anlatıverdiler bir çırpıda. “ Aleviliği ailelerden öğrenmemiz hemen hemen olanaksız. Zaten kendileri de yarım yamalak biliyorlar. Yüzyıllardır süren bir asimilasyon ve yok etme sürecini yaşamış insanlar. İster istemez bazen kültürel olarak, bazen dinsel olarak asimile olmuşlar. Yani başka bir yapıya dönüşmüşler. Çok zor, çok tehlikeli bir şey onlar için alevi olmak. Yavuz Selim’i hatırlıyorlar, Dersim’i hatırlıyorlar, Sivas, Çorum, Maraş’ı hatırlıyorlar. Bizleri, kendi çocuklarını, koruma içgüdüsü, onları kimliğimizi öğretmemeye zorluyor. Onların babaları da, dedeleri de öyle yapmıştı. Adeta genlerine işleyen bir kodlama gibi, saklı kalmak.”” Peki, sen”, diye sordum “sen de kimliğini saklı tutuyor musun?”  “Alevilik bir yaşam şekli ve ben bu yaşam şeklini yaşamak istiyorum” diye cevap verdi bir başka genç kız. “Sadece Alevi olduğumuz için değil, aynı zamanda rejime muhalefet ettiğimiz için, sömürenlerden yana değil, sömürülenlerden yana olduğumuz için, haksızdan yana değil, haklıdan yana olduğumuz için, sermayeden değil, emekten yana olduğumuz için dışlanıyoruz. “Aleviyim” dediğinde aslında bütün bunları da söylemiş oluyorsun. Bu da hak, hukuk tanımayan zalimleri rahatsız ediyor. O zaman aslı astarı olmayan binlerce söylenti çıkarıyorlar. Aleviliğin dinsel ritüelleriyle alay ediyorlar, aşağılıyorlar. Onlarca TV kanalıyla, yüzlerce gazete ile tüm halkın kafasında yanlış imajlar oluşturuyorlar. “

“Okullarda durum nasıl? Kendi kimliğinizle okullarda tanınabiliyor musunuz? Öğretmenlerinizle, idareyle, nasıl anlaşıyorsunuz?”

Bu sorum üzerine gençler kendi aralarında kısa bir konuşma yapıyorlar, sonra ilk konuşmayı yapan genç söz alıyor; “ İlkokullarda Alevi olmak gerçekten zor,” diyor. “Zaten küçüksün, bu konuda hemen hemen hiçbir şey duymamışsın, bilmiyorsun. Laf açılıyor ve anandan babandan duyduğunu söylüyorsun. “Ben Aleviyim” Hemen bir tepki değil ama merak dolu sorular alıyorsun. Alevilik ne demek? Yani sen nesin?  Bunlara verebilecek bir cevabın yok. Çocukça bir şeyler söyleyerek geçiştiriyorsun. Ama bu olay uzun yıllar unutulmaz bir ders olarak aklında kalıyor:” Aleviyim dersen bir sürü soru ardı ardına gelir, bu sorulardan kurtulmak için “Aleviyim” deme”. Büyüdükçe bu sorun ortadan kalkıyor. Hem sen Aleviliğin ne olduğunu öğreniyorsun, hem de seninle beraber büyüyen diğer çocuklar. Arkadaş çevremizde Alevi olmak merak uyandırmak anlamına gelmiyor. Aksine daha güvenilir, daha emin, daha çalışkan insanlar olduğumuza dair bir intiba oluşuyor. Ben şimdi Alevi olduğum için arkadaşlarımla daha iyi ilişkiler kurabiliyorum. Doğuştan gelen müzik, dans yeteneklerim var. Bunlar beni daha sosyal yapıyor. Toplumu ve toplumsal olayları yaşıtlarıma göre daha nesnel yorumlayabiliyorum. Bütün bunlar arkadaşlarımı etkiliyor. Daha “cool”um.”  “Zorunlu din dersleri ise bu konuda mirengi noktası gibi. İlkokul 4. Sınıftan itibaren Din derslerine girmek zorunlu. Aslında bu din dersinde Sünni mezhebi, hatta onun bir alt dalı olan Hanefilik öğretiliyor. Derste, öğretmen senin Alevi olduğunu biliyorsa sana fazla ilişmiyor diye bir şey yok. Bazen üstüne üstüne geliyor. Çocuk kafası ne olduğunu bile anlamıyorsun, anneni, babanı, dedeni, neneni koruma içgüdüsüyle öğretmenle atışıyorsun. O tabii ki senden çok biliyor. Ya ağlıyor dışarı çıkıyorsun, ya da kahredip oturup dinliyorsun.  Liselerde de durum farklı değil. Daha büyüksün, daha çok şey biliyorsun ama zorunlu din dersinde hoca Ramazan’ı anlatıyor, namazı anlatıyor, hatta bazen uygulama yapmak için camiye götürüyor. Bütün Hanefi dinsel ritüellerini öğretiyor. Din dersi öğretmenleri birer Hanefi misyonerleri gibi davranıyorlar. Derste Alevilikten kısaca bahsediyorlar, o da sadece Sünni Hanefiliğin Aleviliğe bakış açısından oluyor. Bu konuda bir Alevi gencinin duygularıyla empati yapılması gerekir. Onun bu derslerde ne hissettiği bence dersin kendisinden daha önemli.  Zorunlu din dersleri bizim için bir kanayan yara. Aslında bütün toplum için bir kanayan yara olması lazım. Hukuksuzluğun sadece biz Alevilerin değil, bütün toplumun sorunu olması lazım ki yeni hukuksuzluklar olmasın. Bugün bana yarın sana. Bugün benim aleyhime olan hukuksuzluk, yarın senin aleyhine olabilir. Zorunlu din derslerinin kaldırılmasıyla ilgili bir sürü mahkeme kararı var.  Hükümet hiç birini uygulamadı. AİHM kararlarını bile uygulamıyorlar. Din dersleri zorunlu olmaktan çıkarılırsa bizim için iyi olur. Okullarda zorluk çekiyoruz. Din dersine girmemek için dava açılması gerekiyor. Ancak bunu yaparak din derslerine girmemek mümkün. O zaman da arkadaşlarımızdan ayrılıyoruz. Bize garip bir gözle bakılıyor. Kendimizi dışlanmış hissediyoruz. Bunun için pek çok Alevi dava açmaktan kaçınıyor. Oturup dinliyoruz. Asimilasyonun önemli bir parçasını zorunlu din dersleri oluşturuyor. Bazen Eğitim sen üyesi öğretmenler bu derslere giriyorlar. Onlar dinler tarihini, dinlerin doğuşunu anlatıyorlar. O zaman rahatız, ama genellikle Din Dersine giren öğretmenler siyasi İslamcı. Gerçekten bir Alevi çocuğu için, bir alevi genci için travma yaratan sözler söylüyorlar. Kendimizi ailelerimize, atalarımıza küfredilmiş gibi hissediyoruz. Üniversitelerde ise durum daha rahat. Genellikle bizim gibi düşünen ve yaşayan arkadaşlarla beraber oluyoruz. Dinsel kimliğimizin ötesinde politik kimliğimiz önem kazanıyor. ”

“Biraz da politika konuşalım” diyorum, “kendinizi politik olarak nerede tanımlıyorsunuz?”

“Tabii ki solda” diye cevap veriyorlar. “Hepimiz solcuyuz.”  “Solcularla, sosyalistlerle kurulan ilişki sadece onların dünya görüşlerinin özgürlük, dayanışma, fikir hürriyeti, insan hakları gibi konuları kapsamasından gelmiyor.” diyor bir başka genç,” ayrıca 20. Yüzyılın en karanlık dönemlerini onlarla birlikte geçirdik. 1-2-3-4 Eylül 1978 ‘de Alibaba mahallesine yapılan baskında onlarca Alevi katledildi. 22- 23-24 Aralık 1978’de onlarca Alevi çoluk, çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek denmeden Maraş’ta katledildi. 4 Temmuz 1980’de Çorum’da gene onlarca Alevi katledildi. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta 37 aydın yakıldı. Bütün bu katliamlarda hep katledilenler olduk. Yanımızda bizimle beraber solcular, sosyalistler katledildi. 1980 öncesi onlar bizim katlimizi engellemeye çalıştılar, bizimle beraber sokak sokak, ev ev bizi savundular. Bizi katledenler ise sağcılardı. Bunu nasıl unutabiliriz? Bizi katleden sağ ile nasıl aynı yerde olabiliriz? Tabii ki soldayız, solcuyuz. Bizi çok rahatsız eden ise Sivas, Çorum ve Maraş katliamlarının sanıkların adlarının parklara caddelere verilmesidir. “Muhsin Yazıcıoğlu Parkı, Alpaslan Türkeş caddesi, Muharrem Şemsek sokağı“gibi yerlerden geçerken inanın içimiz kan ağlıyor.“

“Alevilerle CHP arasında bir organik ilişki var gibi. Sanki Alevi olmak CHP’ye oy vermek demektir gibi bir algı var.” diyorum.

Gençler atılıyor.” Evet, böyle bir algı var. Kısmen doğru. Ama son yıllarda değişik partilere oy verenler var. Bunlardan bazıları sol-sosyalist adaylara ve partilere oy veriyor, fakat AKP’ye bile oy veren var. AKP, MHP gibi partilere bir Alevi nasıl olur da oy verir, anlamakta zorluk çekiyoruz. Sadece Sivas’ta 37 kişiyi yakanları savunan Avukatlara bakmak bile, bırak AKP’ye oy vermeyi, AKP’nin bulunduğu sokaktan geçmemek için yeterli bir neden. ”

“Alibaba mahallesine yapılan saldırıda CHP iktidardı, Maraş katliamında da CHP iktidardaydı, Çorum katliamında ise başbakan Demirel’di. 2 Temmuz Sivas katliamında gene SHP iktidardaydı. Bütün bunları göz önüne alırsanız CHP-Alevi toplumu ilişkisi biraz girift bir yapı gösteriyor mu?” soruma bir başka gençten ilginç bir cevap geldi.

“ CHP ile Aleviler arasındaki ilişki o kadar basit değil. 1937-1938 Dersim isyanında da iktidar CHP idi. Bu dönem Anadolu Alevileri açısından tam bir travmaydı. Alevilik ırkla ilgili bir kavram değildir. Kürt Aleviler, Türk Aleviler, Zaza Aleviler, Laz Aleviler vardır. Dersim’de 1937-38’de Alevi katliamı yapılmıştır. Seyid Rıza’nın son sözleri Aleviler için çok önemlidir.  Yakalanan ve idam cezasına çarptırılan Seyid Rıza, son isteği olarak 16 yaşındaki oğlunun kendisinden sonra asılmasını ister. Bu acıyı görmek istemez. Oysa çocuğunu Seyid Rıza’nın gözü önünde asarlar. Daha sonra idam sehpasına çıkarılan Seyid, o ünlü sözlerini söyler: “Evladi Kerbelayimi, Be gunayimi, Ayibo, Zulimo, Cinayeta”. (Evlad-i Kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir.) Bu sözlerin ardından ilmiği kendi boynuna geçirir ve sehpayı tekmeler. Daha sonra da Dersim, Erzincan, Malatya gibi bölgelerde bulunan Aleviler sürgüne tabii tutuldu. Bu tam bir Alevi asimilasyonuna dönüştü. Sadece Kürt ve Zaza Alevileri değil, Türkçe konuşan Alevi köyleri de boşaltıldı. Buradaki insanlar batıdaki vilayetlere sürüldü. Yapılan tam bir Alevi soykırımıydı. Bu katliamda yer alan bazı sembol isimler var, Sabiha Gökçen bunlardan birisi. Köylerin bombalanmasında bizzat yer almış birisi. Bu kişinin adını taşıyan bir havalimanına gitmek zorunda kalan Alevilerin ruh durumunu anlayabilir misiniz? Yani sorun sadece 20 yüzyılda yapılan bir şey değil. CHP çok daha eskiden Alevi katliamlarında şöyle ya da böyle hükümetlerdeydi, parlamentodaydı. Biz biraz da cellâdına âşık bir toplumuz. Bilmem kaç milyon Alevinin yaşadığı bu coğrafya’da “ben Aleviyim” diye seçilen bir tek milletvekili bile yok. Başbakan seçim meydanlarında CHP Genel başkanının Alevi olduğunu söyledi ve taraftarları her Alevi kelimesi geçtiğinde yuhaladılar. Başbakan Aleviliği yuhalattırırken, CHP genel başkanı çıkıp Alevi olduğunu bile söyleyemedi. Bu bakımdan Alevi toplumunun önünde daha alınması gereken çok yol var. Bizim insancıl yapımızı, kin tutmama, verilen söze sadık kalma yapımızı kullanıyorlar ve bizi çantada keklik görüyorlar. 1980 öncesi ise o zamanın sol-sosyalist yapıları ile Alevi toplumu arasında sıkı bir ilişki vardı. Fakat dini kitleleri uyutan afyon olarak gören sol, köylerde Alevi dedelere, babalara saldırdı. Alevi-solcu gençler yeni bir dünya hedefine ulaşmada geleneksel Alevi öğretisini gerici bir konumda değerlendirdiler. Alevilik ritüellerini onlar da yasakladı. Bu da sosyalist sol ile Alevi toplumunun arasını açan bir sebep oldu. Sosyalist sol bu konuyu ele alarak bir değerlendirme yapmalıdır diye düşünüyorum. ”

Bir başka genç atılıyor; “Bu arada kendini sol olarak gösteren ama aşırı sağ , hatta faşist ideolojileri güden yapılar var. Alevi toplumu bunları dışlıyor. Bunlar kendilerini Ulusalcı sol olarak adlandıran ve devlet tarafından beslenen bir çete. Ulusal sol ne demek? Ulusal sol, Nasyonal sol, nasyonal sosyalist demek. Yani Nazi. Bunların güttükleri dava, bizi Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta katledenlerin güttükleri davadır. Sol derken bu kendine ulusalcı Sol diyen aşırı sağı kastetmiyoruz.”

Gençlere son olarak Antalya’yı soruyorum. Antalya’da olmanın farkı ne? Çoğu dışarıdan göçle gelen ailelerin Antalya doğumlu çocukları olarak şöyle diyorlar.

“Antalya Alevi toplumunu içselleştirmiş durumda. Bunda Antalya’nın Alevileri olan Tahtacıların büyük katkısı var. Gerek esnaf arasında, gerekse toplumun üst düzey yöneticileri arasında Tahtacı Alevileri var. Bunlar genellikle sevilen, saygı, sevgi gören insanlar. Bu yüzden Antalya için Alevilik dışarıdan göçle gelenlerin getirdiği değil, bizzat buranın bir öğretisi. Abdal Musa bölgede saygın bir yer işgal ediyor. Abdal Musa öğretisinin sevgi dolu yönü cezp edici bir nitelik taşıyor. Bunun için Alevilik Antalya’da sadece ilçelerde ve köylerde değil, kent merkezinde de önemli bir yere sahip.200.000-250.000 Alevinin yaşadığı bir bölgede, dostluktan, kardeşlikten, yoldaşlıktan başka ne olabilir ki? Biz gerek göçle gelen Aleviler gerekse buranın yerli Alevileri Antalya’yı seviyoruz. Antalya’da olmaktan çok memnunuz. Antalya’daki herkesin sorunları bizim de sorunlarımız. Ulaşım, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, işsizlik sorunları bizim de sorunlarımız. Fakat bunların dışında bize özgü sorunlar da var. Cenaze işlerimiz, ibadet işlerimiz, düğün işlerimiz var. Bunlarla ilgili düzenlemeler istiyoruz. Kültürümüzü öğrenebileceğimiz merkezler istiyoruz. Cemevi bunu biraz karşılıyor, fakat Alevi kültürünü öğrenebileceğimiz, düğün, dernek yapabileceğimiz, semah dönebileceğimiz, kendi müziğimizi yapabileceğimiz mekânlar gerekiyor. Koca Antalya’da bir tane Cemevi bu ihtiyacımızı karşılamıyor. Belediyeler bu konularda daha duyarlı olmalı.”

Gençlerle yaptığım konuşmalarda onların isimlerini kullanmadım. Bunu gençler istedikleri için değil, ben öylesini daha uygun gördüğüm için yaptım. Onlar isimlerinin yazılmasında bir sakınca görmediler. Fakat belki de aileleri rahatsız olabilir diye düşündüğümden isimlerini yazmamayı tercih ettim. Hem gençlerin hem de okuyucuların bu durumu anlayışla karşılayacağını umarım.

Antalya’da Alevi örgütlenmesi dernekler üzerinden yürüyor. Hacı Bektaş Anadolu Kültür Vakfı, Alevi Kültür Dernekleri Antalya Şubesi Konyaaltı, Kepez, Döşemealtı, Kemer, Manavgat, Kumluca ve Hızırkaya temsilcilikleri, Pir Sultan Abdal Derneği Merkez, Altınova, Alanya ve Manavgat şubeleri, Abdal Musa Derneği Elmalı ve Tekke şubeleri bu örgütlenmenin temel omurgasını oluşturuyor.

Müslüm Turgut’la görüşüyoruz. Alevilik nedir diye soruyoruz.

“Alevilik kendine has evrensel bir felsefedir. Yüzyıllardır Anadolu’da, Balkanlar’da, Orta Doğu’da, Kafkaslarda gelişen ve insanlara yol öğretisi veren bir yapıdır. Aleviliğin iki ana boyutu vardır ki bunlar aslında birbirlerinden ayrılamaz. İnanç boyutu Babalarla, Dedelerle yürütülmektedir, Dernekler ise inanç dışı sosyal faaliyetlerde bulunmaktadır. Bu ise birlik olmamız, dirlik olmamız için gerekli. Eşit yurttaşlık haklarına sahip olmak, çağdaş demokrasi ve özgürlüklerin yaşanabildiği bir dünyada yaşamak isteyen Anadolu Alevileri bu bağlamda kendi kültürel özelliklerini tanımak, tanıtmak ve yaşatmak istemektedirler.”

“Hocam” diyorum, “devletin Alevi toplumuna olan ilgisi nedir?”

“Diyanet İşleri Başkanlığının kafasında bir Alevi tanımı var. İlahiyat Fakülteleri de bu Alevi kavramını oluşturuyor. Cem Vakfı, Ehlibeyt Vakfı gibi kurumlar da var tabii ki. Anadolu Alevileri yüzyıllardır Sunileştirilmeye çalışılıyor. Alevi kültürü biat kültürü değildir. Sorgusuz, sualsiz itaat demek değildir. Araştırmak, öğrenmek, ikna olmak demektir. Bu açıdan yüzyıllardır Anadolu’yu yönetmek isteyenler tarafından dışlanmış, yok edilmek istenmiştir.”

Müslüm Turgut’la görüşmemiz çok kısa sürüyor. Antalya dışına çıkacağından dolayı konuşmayı erken bitiriyoruz. Konuşmaya Ali Yılmaz’la devam ediyoruz.

“Aynı soruyu sana da sorayım Ali,” diyorum, “Devlet Aleviliğe nasıl bakıyor?”

“Hocam, devletin Aleviliğe nasıl baktığını herkes biliyor. Zorunlu din dersleri ile misyonerlik yapıyor. Diyanet İşlerinin bütçesi birçok bakanlığın bütçesinden daha fazla. Türk-İslam sentezine göre insanlar tek tipleştirilmeye çalışılıyor. İslam ile kastettikleri Sünni İslam, hatta Hanefi İslam. Antalya’da bile devletin doğrudan olmasa de dolaylı baskısı hissediliyor. Mahalle baskısı yüzünden Aleviler cenazelerini camilerden kaldırıyorlar. Zeytinköy, Ahatlı ve Altınova’da daha yoğun yaşayan Alevi nüfusu kendi arasında dayanışma sergileyebiliyor. Fakat örneğin göçle gelen bir Alevi memur, Lara’da oturuyor ve Alevi toplumuyla herhangi bir ilişkiye giremiyorsa düğün, cenaze gibi işlerini Alevi erkânına ve usulüne göre yapamıyor. Şöyle düşünün bu ülkede Cumhurbaşkanı veya Başbakan kendi inançlarını sergiliyor. Ramazan’da, Kandillerde vs. mesajlar yayınlıyor. Peki, hiç 12 İmam Orucunu ya da Hızır orucunu hatırlatan mesajlar yayınladılar mı? Biz Sünni topluma saygılıyız. Onların kutsal günlerini elbette saygıyla karşılıyoruz. Fakat el insaf bir kere olsun bizim kutsal günlerimizi de devlet erkânı saygıyla karşılasın. Birazcık son yıllarda şehirleşmeyle Cem’e katılanların sayısı arttı. Alevi toplumu Rızalık alan ve Rızalık veren bir toplumdur. Bu anlamıyla da örnek olmaktadır. Eskiden köylerde 30-40 kişi yaşarken işbölümü yapmak gerekiyordu. Fakat şimdi şehirlerdeyiz. Nüfusumuz arttı. Artık buralara özgü düzenlemeler gerekiyor. Cemevleri gerekiyor, Babalar, Dedeler gerekiyor.”

“Baba, Dede gibi kavramlar nedir?” diye soruyorum

“ Bu kavramlar bizim dinsel ritüellerimizle ilgili kavramlar, ama sadece dinsel açıdan anlam taşımıyorlar. Aynı zamanda kültürel öğelerimiz. Anadolu Aleviliğinde köydeki topluluğun onayıyla ve rızasıyla bir “Baba” seçilir. Belirli bir süre için posta oturur ve o köye hizmet verir. Dede ise Ocaktan gelir bazı bölgelerde atama ile de yapılır. O da dinsel ritüellerle ilgili görevler yapar. Fakat bunu sadece dinsel açıdan ele almak yanlıştır. Aynı zamanda bu Babalar ve Dedeler yaşam şeklini de belirtirler, yalan söyleme, doğru ol, başkasının malına göz dikme, dayanışma içinde ol gibi Alevilikte olmazsa olmaz öğretileri de yayarlar. Aleviler Rızalık veren ve Razılık alan bir toplumdur. İkrar veririz ve verdiğimiz ikrar’dan dönmeyiz. “Öl İkrar Verme, Öl İkrarından Dönme” sözü bizi tanımlar. Eskiden 13-14 yaşlarına gelen çocuklar için İkrar Cem’i yapılırdı. Müsaiplik gene Alevi toplumunun güzelliklerinden biridir. Bir çeşit kardeşliktir. Müsaiplerin katıldığı Görgü Cem’in de ise bir önceki yılın muhasebesi yapılır, bir sonraki yıl ise planlanır.”

“O zaman Alevilik ve Alevi toplumu yaşam biçimi olarak devam ettirilmesi gerekli bir toplumsal değer.” diyorum. “Toplumda yaşadığımız birçok sorunun çözümü de Alevi öğretisinde var.”

“Evet, Hocam, Alevilerin yaşamları, dayanışma unsurları topluma içinde bulunduğu krizden çıkabilmelerinin yolunu gösterebilir. Biz dayanışmayı rekabetin, toplumsallığı bireyciliğin önüne koyarız. Şeyh Bedrettin’in dediği gibi, yârin yanağından gayrı her şeyde her yerde hep beraber hep beraber diyebilmek modern toplumun getirdiği olumsuzlukları aşmada çok önemlidir. “

“Aleviler solcudur diye genel bir kanı var. Gerçekten Aleviler solcu mu?”  diye soruyorum.

“ Alevilerin yaşam biçimi soldadır. Aleviler aydın olmak için inançlarından taviz vermeye ve hatta inançlarını terk etmeye bile zorlandı, zaten Alevi öğretisi gereği ezilenlerden yana olan Aleviler zaman zaman bazı sol gruplarca kullanıldı. Hem genel olarak sol, hem de Alevi yapılar kendilerini eleştirmeli. Anadolu’da Aleviler için sol yaşamlarının bir parçası gibidir. Che Guevera, Deniz Gezmiş, Uğur Mumcu Alevi değillerdi ama çoğu Alevi evinde fotoğrafları asılıdır. Sosyal Demokratlarla Aleviler arasında ise tanımlaması zor bir ilişki var. 2 Temmuz’da yakılan 37 canımız için anma toplantıları yaparken o zamanın CHP genel Başkanı Deniz Baykal Kırkpınar’ı izliyordu.”

“Bazı Alevi dernek ve vakıfları Dedelerin de İmamlar gibi maaşa bağlanmaları görüşünde. Sen bu konuda ne düşünüyorsun? Dedelere devlet maaş vermeli mi?”

“Bence bu durum Laikliğe aykırı. İmamların maaş almaları da laikliğe aykırı. Ancak İmamlara maaş vererek laikliğin en temel prensiplerinden birini ayaklar altına alan devletin Dedelere de maaş vererek bunu mazur göstermesini kabul etmek mümkün değil. Biz de bir laf vardır. Pir Sultan söylemiştir. “Osmanlının ekmeğini yiyen, Osmanlının kılıcını sallar” Denenmiş bir laftır. Zorunlu din dersleri de laikliğe aykırı bir başka uygulamadır. Zorunlu din dersleri bir zulümdür, insanlık suçudur. Hiçbir şeyden habersiz 9-10 yaşındaki çocuklarımıza yapılan bir zulümdür. Alevi örgütleri zorunlu din derslerine karşı her şeyi yaptılar. Bu konuda sol aydınlar Alevi toplumuna yeterli desteği veremedi. Yüzbinlerce imza toplandı fakat ulusal medya bu konuda hemen hemen hiç destek vermedi.”

Dilber Şahin ile görüşüyorum. 64 yaşında, yazları memleketi Sivas, Kangal, Çetinkaya’ya bağlı Bayındır (Kuncullar) köyünden kışları Antalya’da yaşıyor.

Antalya’da olmaktan memnun. “Keşke” diyor Antalya yazları bu kadar sıcak olmasa.” Dilber Şahin elinden geldiğince dinsel ritüelleri de yerine getiriyor. “Sizin kurban bayramınızdan 20 gün sonra bizim 12 İmam orucu başlar. 12 gün su içmeyiz, sadece akşam yemeği yer, sora ertesi gün akşam yemeğine kadar hiçbir şey yemeyiz ve içmeyiz. Akşam yemeğinde de soğan kesmeyiz, et yemeyiz. Tutulması çok zor bir oruçtur.” diyor.

“Dilber teyze, susuz yaşanır mı?” diyorum.

“Çay içeriz, meyve suyu içeriz. Tabii ki akşam yemeğinde onun için ölmeyiz.” diyor. “Ocak sonu ve Şubat başında da Hızır orucu tutarız. Bu dönemde aynı 12 İmam orucu tutar gibi oruç tutarız ancak bu oruç 3 gün sürer. Üçüncü gün yenilen akşam yemeğinde genç kızlar ve erkekler çok tuzlu yemekler yerler, susuz olarak yatarlar. Genellikle rüyalarında bir yerlerde su içtiklerini görürler ve o su içilen eve gelin gideceklerine veya gelin alacaklarına inanırlar. Ben de genç kızken öyle yaptım,  Gencali (Kellah) köyünde babamın evinde yaşıyordum, rüyamda Kuncullar’ı gördüm, orada su içtim, Ali de ( Eşi Ali Şahin) rüyasında Kellah’ta su içtiğini görmüş. Gerçektende evlendik.”

“Çocukların, torunların da oruç tutuyorlar mı?”

“ Sen bizim ailemizi biliyor, tanıyorsun. Tutup tutmadıklarını neden soruyorsun? Sen bilmiyor musun? Ben de senin aileni tanıyorum. Annen oruç tutar, namaz kılar. Sen bunları yapıyor musun? Senin çocukların yapıyor mu?” diyor, bana verecek cevap kalmıyor.

Bir işkadını, Firdevs Şahin Yıldırım’a soruyorum. “İş hayatında Alevi olmanın Antalya’da bir anlamı var mı?”

“Çocukken ve Gençken” diyor “Alevi olduğumu biliyordum ama bunun ne demek olduğunu bilmiyordum. 35-40 yaşından sonra kültürümün farkına vardım. İş hayatında Alevi olmamın bir zorluğunu görmedim. Bu yakınlarda bir cenazemiz oldu. Buna katılan iş arkadaşlarım arasında Sünni olanlar da vardı. Bu arkadaşlarım da bizim ritüelleri çok beğendiler. Anladığımız dilden dualar edildi dediler. Herkes çok olgundu. İş hayatında herkes işine bakıyor. Alevi veya suni olmanın bir farkı yok diye düşünüyorum

“Firdevs, Aleviler toplumdan ne istiyorlar? “

“Bu benim uzmanı olduğum bir şey değil, ama ben eşit yurttaş olmak istiyorum. Alevi kimliğimi saklamadan yaşamak istiyorum.  Zorunlu din dersleri kalksın, Laik bir devlet olsun istiyorum. Kısacası bir Alevi olarak ben Eşitlik istiyorum.”

Zorunlu din derslerinin kaldırılması ile kazanılan çok dava var. Zorunlu din derslerinin kaldırılması ile ilgili davalar açarak, konunun yargı boyutunu yürüten ÇHD (Çağdaş Hukukçular Derneği) Antalya şube Başkanı ve İnsan Hakları savunucusu Nusret Gürgöz davalar sürecini şöyle anlattı.

“Zorunlu din dersleri insan haklarına aykırıdır. Bu yönüyle sadece Alevi toplumu değil, herkes bu konuda duyarlı olmalıdır. 2007 tarihinde AİHM  (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi)  zorunlu din derslerinin Türkiye’nin eğitim hakkını ihlal etmesi olarak değerlendirdi. 2008 yılında Antalya 2. İdare mahkemesinde açılan ve 2010 yılında İstanbul 8. İdare mahkemesinde açılan davalar Yargıtay tarafından onandı, 2009 yılında Antalya 3. İdare Mahkemesinde açılan 2 dava ise halen Yargıtay’da devam ediyor. Alevi toplumu korkularını yenmeli ve bu konuda davalar açmalıdır. Din derslerinde öğrencilerimize Suni-Hanefi din öğretisi veriliyor. Dinler tarihi vs değil. Bu derslere genellikle devlet destekli sendikalara bağlı öğretmenler veriliyor. Bu da ayrı bir travmaya yol açıyor. Zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır. Alevi toplumu zorunlu din derslerine katılmayan çocuklarının zarar görecekleri kaygısıyla dava açmaktan çekiniyorlar. Çağdaş hukukçular Derneği olarak veya kişisel olarak yasal süreçlerde Alevi toplumu ile beraberiz. Bu konuda gerekli desteği sağlamaya hazırız.”

Ali Öncel bir tahtacı. Tahtacılar Antalya bölgesinde özellikle Elmalı tarafında Alevilere verilen isim. Akçeniş köyünde oturan Ali Öncel’e soruyorum; “Siz kimsiniz?”

“Tahtacıyım. Eskiden gerçekten tahtacıydık. Ağaç işleri ile uğraşırdık. Bölgenin tüm tahta ihtiyacını karşılardık. Bunun için bize tahtacı derler. Zaman içinde bu terim Alevi ile aynı anlama geldi. Şimdi Tahtacı, Alevi anlamına geliyor. Antalya’da Alevi olmak ile tahtacı olmak aynı şeymiş gibi algılanıyor. Ben Aleviyim. Alevi olmak insan olmaktır, insan onuruna yakışan bir şekilde yaşamaktır.

Akçeniş köyünde yaşıyoruz, Osmanlı zamanında kimliğimiz yoktu. Sadece işini yapıp dönecek insanlar olarak algılanıyor ve vatandaştan sayılmıyorduk. 1920’lerden sonra yerleşik olmaya başladık. Akçeniş’e değişik bölgelerden geldik. Daha önce kışları denize daha yakın Finike, Kumluca gibi yerlerde, yazları ise yaylalarda yerleşirdik. Antalya’da Tahtacı köyleri var. Bizim Akçeniş’ten başka, Altınova, Hızırkahya, Gökbük, Beşikçi, Uzunkuyu gibi Tahtacı köyleri var. Bunun dışında Tekke, Büyükköy gibi Bektaşi köyleri de var. Aslında hepimiz Aleviyiz. Alevilik bizim kimliğimiz ama alt kimliklerimizde değişiklikler var.

Eskiden bazen köy dışına çıktığımızda Alevi olduğumuz için dışlanır, garipsenirdik. Hatta 12 Eylül’den önce Elmalı’da okuyan çocuklarımızın kaldığı evler bazı sağcılar tarafından işaretlenmişti. Gerçi bir şey olmadı, ama Sivas, Maraş gibi Alevi katliamlarından sonra korkmuştuk. O zamanlar Akçenişliyim dediğimizde Alevi ve Solcu olduğumuzu söylemiş olurduk. Bunun için zaman zaman kimliğimizi saklardık. Bize küfür anlamında “pis Tahtacı” denildiğini hatırlıyorum. İnsanlar köylüyü 2. Sınıf olarak görürlerdi. Şimdi durum aynı değil. Daha rahatız ve kimliğimizi daha rahat söyleyebiliyoruz. Akçeniş’te çocuklar Aleviliği gerek kültürel gerek din anlamında öğrenebiliyorlar. İçinde 700 kişilik bir salonun da olduğu modern bir Cemevimiz var. Burada toplantılar yapıyor, şenlikler düzenliyor, paneller, sempozyumlar yapıyoruz. Alevi kültürü köyde yaşıyor ama şehirde gitgide kayboluyor. Göçle gelen Alevilerin Alevi kültürünü şehirde yaşatmak için yaptıkları çalışmalara katılıyoruz. Onlar sayesinde, belki kültürümüz yok olmaktan kurtulacak. Biz Tahtacılar olarak bir kamuoyu oluşturamadık, fakat şehirdeki dernekler bunu oluşturabiliyorlar. Çocuklarımız temel problemimiz. Şehirdeki çocuklarımıza kültürel öğelerimizi, dinsel öğelerimizi nasıl aktarabileceğimizi bilmiyoruz. Çocuklarımız bozuluyor. Şehirdeki dernekler bunu kısmen önleyebilirler diye düşünüyorum.

Geleneksel olarak CHP’ye oy veriyoruz, fakat içimizde burukluk, kırgınlık var. Ama yapacak başka bir şey yok deyip oy veriyoruz. Kılıçdaroğlu’na daha olumlu bir bakışımız var. Tabii ki solcuyuz. Bizim köyden sağa oy çıkmaz. Gelirler, anlatırlar, dinleriz, giderler. Ama seçimlerde hep sola oy veririz. Sol olarak ta buraya CHP’den başkası gelmez. “

 

Son söz

Alevi dostlarım, arkadaşlarımla bu röpörtajlar için saatlerce birlikte oldum. Beni kıracak, üzecek ya da işimi zorlaştıracak hiçbir davranışla karşılaşmadım. İnanılmaz derece sevgi ile dolu insanlardı. Özellikle genç kardeşlerimin davranışlarındaki olgunluk, çakmak çakmak gözlerindeki sevgi beni etkiledi. Siyasi partilerin görüşlerini bilerek almadım. CHP_Alevi toplumu ilişkisi yeteri kadar konuşuldu. Diğer sol ve sosyalist partiler ise Alevi toplumuna iki açıdan bakıyorlar. Ya “bu din ile ilgili bir şeydir, bizim ilgi alanımıza girmiyor.” diyerek uzaktan seyrediyorlar, ya da “biz buradan ne elde edebiliriz?” diye bir çeşit “propaganda-ajitasyon alanı” olarak görüyorlar.

Bu çalışkan, dürüst, eşitlikçi, hakkını vererek yaşayan insanlara saygı duydum. Onların taşıdığı değerlerden en önemlisi olan “sevgi” evrensel bir değer olarak tüm toplumu saracaktır.

Bütün evren semah döner,

Aşkından güneşler yanar,

Aslına ermektir hüner,

Beş vakitle avunmayız.

 

Canan bizim canımızdır,

Teni kendi tenimizdir,

Sevgi bizim dinimizdir,

Başka dine inanmayız.

 

Hüdai’yim Hüdamız var,

Dost elinden bademiz var,

Muhabbetten gıdamız var,

Ölüm ölür biz ölmeyiz.

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here