21 şubat günü ANSAN’ da güzel mi güzel bir sergi açıldı. Heykel ve seramik sergisiydi bu.
Sanatçılar, Suna Maya ve Hüseyin Çağlayandı. Sanatçı eşler, güçlerini ve yeteneklerini birleştirmişler, ortaya olağanüstü bir sanat çıkmış. Kendilerinin alçak gönüllülüğü, sanatlarını zirveye taşımış. Zaten hep öyle olmaz mı? Düşünürler “İnsan buğday başağına benzer, başı boşken yukarıdadır, doldukça eğilir” demez mi?
Perşembe gün Atilla Erden Hoca ile birlikte kurdelayı kestik. Atilla Hoca “Bize eserlerin öyküsünü anlatır mısınız?” dedi. Suna Maya anlatmaya başladı. Biz dinleyenler büyülendik, ağzımız açık kaldı. Her heykelin ve seramik eserin bir öyküsü vardı. Hemen hemen hepsi de umudu çağrıştırıyordu. Her heykelciğin içinde bir tomurcuk saklanıyordu. Zamanı gelince çıkıp yaşama karışmak, yeniden dirilmek, çiçeklenmek için bekliyordu.
Biliyoruz ki, umut olmadan nefes bile alınmaz. Suna Maya ve Hüseyin ustalar, bunu çığlık çığlığa anlatmışlar. Hepsinin karnına birer umut saklamışlar. Ben heykel ve resim hakkında en son konuşacaklardanım. Ama bu sergiyi gördükten sonra, konuşmadan duramazdım. Her ne denli bu sanattan anlamasam da, herkes gibi güzeli görünce tanıyordum. Hani Karac’oğlan der ya “Ben bir divaneyim, bir şey bilmem ya, güzel olmayanı gönül sever mi?” diye. O misal işte.
Renklerin uyumu desen bir başka harika, insanı alıp dağları aşırıyor. İçine bahar yeli estirip yüreğine çiçekler serpiyor. Her eserin önünde uzun uzun bekliyorsunuz. Çünkü eser sizi bırakmıyor. Salonu dolaşıp gezmeyi bitirdiğinizde, içinizin yıkandığını duyumsuyorsunuz. Yeniden doğmuş, yeniden umutlarınızı yeşertmiş, içinizin cıvıl cıvıl olduğunu anlamış olarak çıkıyorsunuz salondan. Diyeceğim şu ki, hemen gezin, eserler toplanmadan ANSAN’ a gelin ve görün. Bu güzelliği paylaşmak bize mutluluk verecek. Hay elinize, yüreğinize sağlık, Suna Maya ve Hüseyin Çağlayan. Daha nice güzel eserlere, daha nice sergilere.