Yıllarca siyasi iktidarlar, kamu kurum ve kuruluşlarını kendi yandaşlarının istihdam edileceği alanlar olarak gördüler.

Ülkenin, bölgenin veya yörenin gereksinimleri dikkate alınmadan yapılan planlar, plansızlıklar da o kurum ve kuruluşlara zarar ettirdi. Bunu fırsat bilen sermaye çevreleri, Turgut Özal döneminden başlayarak bu iktisadi kurumları özelleştirmeye başladılar. Şimdiki iktidar döneminde ise, özelleştirme, bir saldırıya dönüştü. Hatta beldelerde ve köylerde, insanların yüzlerce yıldır yaşadığı topraklar HES’ler vb. yollarla yaşanamaz hale geldi. Suya, toprağa, havaya, her şeye alınır-satılır bir meta gibi bakıldı.

Örneğin, 17 Aralık 2012’de Koç ve Ülker ortaklığı, 5 milyar 720 milyon dolarla, 25 yıllığına kullanacağı köprü ve oto yolların ihalesini kazanmıştı. Uzmanların yaptığı hesaplara göre, bu para 7 yılda geri dönmüş olacak. (10.01.2013 günlü Birgün gazetesi. Sayfa 5)

7 yılda 4 milyar 378 milyon dolar kâr eden TÜPRAŞ’ın satış bedeli 4 milyar 140 milyon dolar. (29.01.2014 Birgün-s: 5 Serkan Öngel)

1985’ten bu yana 270 kamu kuruluşundaki kamu hisseleri, 22 yarım kalmış tesis, 1439 taşınmaz, 8 oto yol, 2 boğaz köprüsü, 120 tesis, 6 liman, şans oyunları lisans hakkı ile araç muayene istasyonları özelleştirme kapsamına alındı.(29.01.2014- Birgün, s: 5 Serkan Öngel)

Yabancılara 11 yılda 25 milyar dolarlık emlak satıldı. Bunun yüzde 30’u Antalya’da gerçekleşti.

Bu özelleştirme furyasına, aidatlarımızla yapılan ve yaşadığımız kentin dışına çıktığımızda, “bizim” diyerek, güven duyarak konakladığımız Öğretmen Evleri de dahil edilmek istendi. Şimdilik kaldı. Ama, Akşam Sanat Okulu adıyla bir eğitim kurumu olduğu için, alkol bulundurma ve içme yasağı kondu.

Yaklaşık bir yıl önceydi. Yurt dışından gelen bir konuğumuzla Antalya Öğretmen Evi’ne gittik. Rakımızı, biramızı içtik. Ülke ve dünya sorunlarına ilişkin düşüncelerimizi de konuştuğumuz güzel bir akşam yemeğinden sonra ayrıldık.

Bir-iki hafta sonra ailecek öğle yemeğine gittik. Hayatıma bir çeşni katmak ve günün gerilimini biraz olsun azaltmak için yaklaşık yirmi beş yıldır, günde bir şişe de olsa içtiğim biradan o gün de içmek istedim. “Yasaklandı!” dediler. Söyleyecek çok fazla bir şey yoktu. Sigara ve alkol yasağı gibi toplumun gözünde, yasaklanması meşru görülen; ancak aslında bu vb. şeyleri, toplumu baskı altına almak, insanların özel hayatlarına karışmak için kullanmak isteyen bir zihniyet karşısında hiç bir şey söylemeden geçmek de yanlış olurdu.

Kasaya yaklaştım. Ücretimizi öderken, kasiyer kadın çalışana, doğrudan karşıma alacağım biri olmamasına karşın, “İyi ki burayı henüz birine peşkeş çekmediler. O kadar çok şeyi özelleştirdiler ki, özelleştirmedikleri bir Allah kaldı. Yakında O’nu özelleştirirlerse şaşmamak gerek.” Dedim.

Kasiyer, pek de sempati içermeyen bir şekilde baktı “Tövbe, tövbe!” dedi.

Özelleştirmelerin sonucunda işçilerin sendikasızlaştırıldığı; taşerona satılarak çalışanların canlarından olduğu; toplumun tek tipleştirilmeye çalışıldığı; insan hak ve özgürlüklerinin birer birer budandığı; yaşam alanlarının bu kadar daraltıldığı; binlerce yıldır üzerinde yaşadığımız toprakların rant için yabancılara satıldığı; inanan bir insan olarak o çalışan kadının değerlerine de saldırıldığı bir ülkede “tövbe, tövbe” neyi ifade ederdi, ne işe yarardı anlayamadım. Ama o günden sonra da kendi kurumum olan öğretmen evine yolum az düşer oldu.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here