Hatırlanacağı gibi 2008 yazında rektörlüğe, eski rektör ve şimdiki büyükşehir belediye başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın’ın

daha fazla oy almasına rağmen, cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından 2. en fazla oy alan Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe atanmıştı. 2008 nisan ayında yaşanan çirkin olaylar ve üniversite içindeki sol cenaha vurulan darbeden sonra mevcut düzeni korumak için muhafazakar-milliyetçi bir rektör ataması yapılmasını herkes anlayışla karşılayabilir diye düşünüyorum. Üstelik bu zihniyet üniversitenin tanık olduğu gelmiş geçmiş en “piyasacı” zihniyet. Akdeniz üniversitesi o andan itibaren yepyeni bir döneme girmişti, aslında şöyle bir tabir uygun olabilir: 2008 yazında Akdeniz üniversitesinin neoliberalizmle flörtü başlamıştı..!

Yaklaşık 4 yıldır görev başında olan sayın Rektör, üniversiteyi adeta bir belediye başkanı edasıyla yönetti desek her halde yanılmış olmayız. Hatta o kadar ki, Akaydın büyükşehirde rektör gibi çalışırken, Kurtcephe ise kampüste büyükşehir belediye edasıyla çalışmaktaydı. Hemen burada şöyle bir tespitte bulunabiliriz: Piyasalaşma süreci yeni fakülte ve hizmet binaları projeleri ile başladı. Benim bildiğim 6 yeni fakülte binası farklı farklı inşaat-mütaahitlik şirketlerine bırakıldı. Dışarıdan bakıldığında klasik bir eleştiri gibi dursa da, asıl neden kaçırılmamalı. Yeni binalar bir bilim kapısı olmaktan çok rant kapısıydı. (binanın içi boş olduktan sonra…) Hemen şunu da belirtelim: Öyle bilim yapıyoruz naraları atmak kolay değil. Üniversite yeni yönetim döneminde akademik performans bakımında Türkiye’de 17. sıradan 34. sıraya gerilemiş. Neyse efenim, yeni fakülteler yeni ödenekler demekti, yeni “müşteriler(!)” demekti. Evet, Akdeniz üniversitesi kendi “birikim krizini” yeni rektörle çok rahat aştı. Ve bu amaçlar güdülürken tabii ki diğer yandan yeni gelen müşterilere çok yararlı şeyler de sağladılar. Mesela kampüse olbia çarşısının yanında “yakut yaşam alanı” nı da dahil ettiler. Yeni bankalar ve yeni yandaş mekanlar kuruldu. Ortam dışarıdan bakıldığında çok güzel görünüyordu ancak ne yazık ki içi boştu ve zaten öğrencileri oyalamak adına yapılmış bir hamleydi. Bunu bir çeşit üstyapının altyapı üzerinde kurduğu kültürel hegamonya olarak algılayabiliriz. Yanlış anlaşılmasın, amacım üniversiteye “Marksist” bir eleştiri yapmak değil. “Allah” muhafaza soruşturma falan yeriz aman diyelim… Soruşturma demişken; yeni rektörlük dönemi boyunca çoğuna şahsen tanık olduğum yüzlerce soruşturma gerçekleştirildi. Demek ki neymiş neoliberalizmle çoktan evlenilmiş! Egemen ideoloji, yani sermaye kendi alanlarına kimse karışamasın diye sürekli insanlar üzerinde baskı mekanizmaları oluşturur. Bu da zaten klasik kapitalist ekonominin  özü gereği her daim “gerici- muhafazakar” olmasını sağlamıştır. Bu düstur bizlere aslında üniversiteler dahil bir çok alanda olduğu gibi, neo-piyasalaşma sürecinin ülkemizde nasıl ilerlediğine dair ışık tutar. (kanımca 28 şubat ve sonrası bilinçli olarak küresel sermaye güçleri kendilerine sıkı bir neo-liberal bekçi ülke yaratmıştır) Üniversite yönetimi göreve geldiği andan itibaren kendisinden önce göreceli olarak güçlü bir yapı olan sol öğrenci grupları üzerinde tahakküm stratejisini kullandı. Bunun en büyük kanıtı da yine çok tanınmış bir hikaye ile görülüyor: Her zaman bu tip olaylarda fatura malum cenaha kesilir. 2008 olayından sonra “netekim” sol zihniyetli arkadaşlar uzaklaştırıldı, tutuklandı. Ve yine bahsettiğim gibi bu hareketleri pasifize etme girişimleri devam etti. Malum olayda gördüğümüz terörle mücadele ekiplerinden “sivil vatandaşlar” yeni yönetimle beraber artık öğrencilerden “biri” olmuşlardı. Neredeyse derslerde bile  görebileceğimiz bu insanlar her yeni öğretim yılının başında bizlere  kendini kurudukları “öğrenci-polis el ele” stantlarıyla “hissettiriyordu”. Dilerseniz tekrardan kampüste neler olup bittiğine dair “rantsal dönüşümler” konusuna geri dönelim. “Şükür” ki yeni asfaltlarla (büyükşehirin çalışmalarına taş çıkartcak cinsten) ve yeni düzenlenen ve yapılan kampüs giriş-çıkışları ile ulaşım dört bir yandan rahat bir şekilde kolaylaştı. Belki de şahsen gördüğüm en elle tutulur proje idi bu yapılan. Kahretsin ki diyalektik felsefeyi benimsediğim için, ne var ki bu pozitiflik, yine mevcut rektörlük yönetimi döneminde kurulan “güvenlik izleme” baskı kurumu ile negatife doğru bir eğilim gösteriyor. Eh canım ben de neler söylüyorum kendimi bilmez bir şekilde. Malum sivil vatandaşlarımız tek başına nasıl yeterli olsular o el kameraları ile?

Efendim neo-liberalizmle evliliğin artık cicim aylarını geçip olgunlaştığı dönemde yüksek öğrenim tarafından geçilmesi emredilmiş olan “Bologna sürecine” dahil olma süreci hızla gerçekleşti. Neoliberalizmin ekonomik alandaki dönüşümlerine baktığımız zaman klasik fordist paradigmaların değiştiğine tanık oluyoruz. Bu süreç özellikle 21. Yüzyılda yaygın ideoloji haline gelmiş, ve üniversitelerin de yeni sermaye-emekçi ilişkilerinde rolü değişmiştir. İtalya’da 1999 yılında alınan kararla Avrupa birliği kapsamındaki üniversitelerin “tek tipleştirilmesi” ve “yenilenmesi” söz konusuydu. Rekabetin ve tahakkümün doruk noktalarına ulaştığı yeni küresel düzende, neoliberalizmle beraber daha sömürücü ve saldırgan bir yapı ile karşı karşıyaydık. Bu kapsamda artık üniversitelerin nihai amacı “inovasyon”, “girişimcilik”, “kalite” unsurlarının en üst ve verimli düzeyde yaşandığı ve buna bağlı olarak küresel sermaye pazarında rekabet edebilecek işgücü yaratmak olduğu kolayca anlaşılabilir. Bu açıdan baktığımız zaman Akdeniz üniversitesi Türkiye’deki mevcut siyasal konjoktüre paralel olarak hareket ediyor diyebiliriz. Ve rektörlük,  Bologna sürecini sancısız ve sessizce başlatmıştır. Hala da devam etmektedir.

Özellikle son öğretim-eğitim yılında tanık olduğum çirkin bir olay şudur; Akdeniz üniversitesi web sitesini ne zaman açsam, karşıma tıp fakültesinin imzasını taşıyan, büyük bir başarıdır tabi ki de, organ ve uzuv nakillerinin “reklamları” geliyor. Burada bu gibi başarıların ve olayların rektörlük tarafında adeta reklam kampanyasına dönüştürüldüğünü söyleyebiliriz. Bunun adı propagandadır başka bir şey değil, yanlışsam düzeltiniz… Midemi bulandıran bu tip hareketler öyle çok ki; “Akdeniz üniversitesi basında en çok haberi geçen üniversite”, “Türkiye’de okunabilir en iyi üniversite” vb.. Özerk bilim yuvası(!) böyle şeylerle uğraşacağına, açıkça konuşalım; yandaşçılık-destekçilik yapacağına, reklam yapacağına bağımsız bir şekilde bilimsel faaliyetlerini sürdürmelidir. Buradan, “Akdeniz üniversitesi bilimsel faaliyet yürütmüyor mu?” sorusu sorulabilir. Evet yürütüyor. AKÜZEM faaliyetleri tam gaz devam ediyor. Şirketlerle beraber meslek kursları, girişimcilik fuarları destekleniyor. Öyle ya 21. Yüzyılın üniversite öğrencisi demek kaliteli meslek eğitimi almış ucuz iş gücü demek. Teknokent yenileniyor(!), öğrenci toplulukların bilimsel-sanatsal-kültürel etkinlikler yapılması için rahat bir zemin hazırlanıyor( bu soruna geri döneceğiz), çevre  proje ödülleri veriliyor ancak Antalya- Alakırı’da  mevcut doğa talanı “hes” projeleri ile ilgili hiçbir çalıştay, çalışma; bırakınız bunları fikir bile beyan edilmiyor. Evet Akdeniz üniversitesi Antalya doğal yaşamı ve insanları ile bilim, özerklik, ilericilik kisveleri altında bütünleşiyor!! Geçiniz efendim… Üniversite üniversite olmaktan çıkmış, neredeye açık bir pazar haline gelmiş, öğrencisi lümpenleştirilmiş, öğretim görevlisi affedersiniz memurlaştırılmış, yemyeşil kampüsünde bina dikilmemiş yer bırakılmamış, gereksiz reklam panoları ve cep telefonu baz istasyonları ile adeta bir distopya yerine dönüşmüş.. Kampüste dolaşırken kesinlikle bir büyük şirketin tanıtım stantı, desteklediği bir festivalin reklamı, veya büyük sermaye gazetesinin (ismi lazım değil) dağıtım elemanları, hiç olmadı , “lütfen imzalayın sesiyle size yaklaşan bir kredi kartı satış temsilcisine rastlamak mümkün. Şimdi söyleyin, Akdeniz üniversitesinin evliliği çok huzurlu geçiyor değil mi?

Gelelim öğrenci toplulukları meselesine. Sağlık kültür spor dairesi başkanlığı son yıllarda hummalı bir şekilde çalışmalarını sürdürüyor. Daire başkanı Sayın Aydın Özdemir önderliğinde, yine sayın rektör yardımcısı Prof. Dr. Meral Gültekin’in destekleriyle öğrencilere görülmemiş bir şekilde destek çıkıyorlar. O kadar ki, üniversitede bağımsızlığı, beraberliği, biliselliği savunan, zaten bir avuç öğrencide oluşan parmakla sayılı toplulukların bir araya gelmelerini kaldıramamış olacaklar ki, bu yapıdaki (kulüpler birliği- artı oluşum) “köklü” öğrenci topluluklarının, ki bunların çoğunun belli bir politik duruşu var, karşısına kendi elleriyle topluluklar kurdular. Sene başında yeni topluluk kurulmayacağını belirttikleri halde… Tahmin edeceğiniz gibi bu “karşı” topluluklar, artık günümüzde normalleşen, muhafazakar normlarla hareket eden, klasik “piyasa aşığı-takım elbiseli- tespihli” “başkanlarıyla” birlikte var oluyorlar. Bu tip toplulukların (isimleri lazım değil) en azından sağlam bir fikri destek aldığı su götürmez bir gerçektir. Diğer yandan artı oluşumdaki öğrenci hareketi, yine birçok kişinin tahmin edebileceği gibi, bürokratik engeller ve gözle görülemeyen sansür hareketleri ile engellenmeye çalışılıyor. Bunun nedeni çok basit: Çünkü bu topluluklar böyle bir üniversite yönetimi istemiyorlar. “Üniversiteler öğrencilerindir” düstüru ile özgürce hareket etmek istiyorlar. Şeffaf bir sağlık kültür spor dairesi istiyorlar, piyasanın bileşenlerinden kurtulmuş bir üniversite istiyorlar. Ben de tutmuşum sizlere ne diyorum komik komik.. “Yahu bu öğrenciler ilk önce mezun olsunlar sonra bir yere gelsinler ve sonra bunları desinler” dediğinizi duyuyorum. Haklısınız ama zaten Akdeniz üniversitesindeki 30 bin öğrencinin neredeyse %80i zaten dediğiniz gibi düşünüyor olabilir. Ha bir de şunu hatırlatayım: İçlerinde sabancı grup, eti, vodafone gibi şirketlerin “yardımı” ile müthiş bir şenlik var, ki artı oluşum hareketi bu şenliğe de destek vermemişti.

Ah ah giden geleni aratır ya, hep büyükler haklı çıkarlar ya, acı bir şekilde gerçekler hep “acıdır” ya… İşte böyle hikaye Akdeniz üniversitesinin hikayesi. Akaydın hocayı eleştirmiyor muyduk?, evet eleştiriyorduk hem de çok. Ama gördük ki bu yönetimi hiç eleştirmemişiz, hep kabullenmişiz, susturulmuşuz, uyutulmuşuz… Aynen başımızdakilerin tüm ülkeye yaptığı gibi… Hakkını verelim, “siyaset” yapmasını  iyi biliyor rektörlük, ağabeylerinin yaptığı gibi… Eskiden kampuste daha sıcak bir ortam vardı, öğrenciler daha serbestti, şenlikler daha canlı ve doğaldı, kampus daha yeşildi, en azından üniversite yönetimi ultra piyasacı değildi be dostlar.. Önümüzdeki hazirandaki seçim için bir şeyler söylemek güç. Kurtcephe’nin karşısında ciddi 5 rakip var. Hafif muhalif tadındaki eski hukuk fakültesi dekanı prof. Hayrettin Ökçesiz’i saymazsak, diğer adayların aslında mevcut rektör zihniyette olduğunu tahayyül etmek zor değil. Prof. Dr. İbrahim DEMİR, kurtcephenin eski yardımcılığını yapmış ve yönetimden istifa eden ciddi bir aday. Prof .Dr. Mustafa MELİKOĞLU ise Akaydın Hoca tarafından desteklenen eski tıp fakültesi dekanı. Ziraat fakültesi fitapatoloji ana bilim dalı başkanı Prof. Dr. Hüseyin  BASIM iddaalı bir şekilde adaylığını açıklamıştı. Son olarak İİBF eski dekanı Prof. Dr.Fulya SARVAN da liberal bir kalite standartı savunucusu görünümünde. Seçimler hakkında yorum yapmak bana düşmez, özellikle de akademisyenler hakkında ancak şunu umut ediyorum:  Akdeniz Üniversitesi ve neoliberalizm bir an önce boşanır “inşallah”!!

Selim Çağdaş(Akdeniz Üniversitesi Öğrencisi)

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here