Mazı Dağı’ndaki evimiz yapılırken tanımıştım onu. Adı Süleyman’dı.

Otuz beş-kırk yaşlarındaydı. Orta boylu, ama kemikli; iri kıyım biriydi. Kıvırcık saçlarına ak düşmeye başlamıştı. Biraz topallayarak yürüyordu.

Mermer atölyesinde çalışıyordu. Üstü-başı mermer tozuyla kaplıydı. Yani, belki de bir kısım süslülerin, yüzüne kaçamakça baktığı; tozu kendilerine bulaşmasın diye uzak durduğu biriydi. Ama evlerimizin eşiğine, salonuna, balkonuna –hele de mutfağına- güzellikleri getiren eller; tokalaşmak bile istemediğimiz eller, onun kocaman elleriydi.

Neredeyse gülmeyi unutmuştu. Tozunu bulaştırmamak için değil; güveni kalmadığı için biz eli kalemlilere dikkatli yaklaşıyordu.

Mutfağımızın mermeri yapılırken, Kepez yolu üzerindeki atölyelerine birkaç kez uğradım. Bir güven ve yakınlık oluştu aramızda. Ben Sivaslı olduğumu söyleyince o da Hacı Bektaşlı olduğunu söyledi. Birkaç gün içinde, hayattan kareler paylaştık. Daha önce, yanında çalıştığı ve adını söylemek istemediği bir hemşehrimden gördüğü zarardan söz etti. Hüzünlendi. Birkaç saniye durakladı ve sonra söze girdi:

-Bu kötülüğü başka birinden görseydim bu kadar ağırıma gitmezdi. Emekten yana olduğunu söyleyen; düzenin dışladığı, ezdiği ve benimle aynı inancı paylaşan birinden gelince çok üzüldüm. Öpmek istediğiniz elin tokadı çok acıtıyor, dedi.

O anda da Meltem Mahallesi’ndeki eski adliyenin önünden geçiyorduk. Yaşadığı olayı anlattı. Sonra bana adliye binasını gösterdi ve sordu:
-Yukarıda ne yazıyor Hoca’m? dedi.

Söyledim:
-Adalet Sarayı yazıyor dedim.
-Doğru! dedi, öyle yazıyor. İşte ben orada, o sarayda mağdur edildim. Zarar gördüm.

Mahkeme, bana inanmadı. Ona inandı. O benden güçlüydü.

Sahte de olsa, elinde faturalar, belgeler vardı. Mahkeme, bence, o belgelerin sahte olduğunu bile bile, ondan yana karar verdi. Ama, son anda ben de, hakime, düşündüğümü söyledim:

– Bu koca binanın dışında, büyük yazılarla bir şey yazıyor, hiç dikkat ettiniz mi? dedim.
-Hakim, bana:
– Sen kim oluyorsun da bana soru soruyorsun? der gibi öfkeyle baktı. Adalet Sarayı yazıyor, dedi.
-Doğru söylüyorsunuz hakim bey, öyle yazıyor. Sarayını görüyorum ama adaletini anlayamadım. İkisi bir araya gelince de saraydan adalet çıkacağına inanamamıştım dedim.

Hakim beni azarladı ve dışarı çıkarttı, dedi.

O günden sonra da Süleymanla hiç karşılaşmadık.

Dün Antalya Valiliği’nin önünden geçerken, bunca zamandır gördüğüm tabela o anda aklıma takıldı:

Hükümet Konağı diye yazıyordu.

Düşündüm: Konak ne demekti? Adaletin Sarayı gibi bir şey miydi?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here