25 kasım’ın öyküsünü bilmeyen kalmadı diye o konuda ayrıntıya girmeyeceğim.
Mirabel kardeşlerin, cezaevinde kocalarını ziyaretten dönerken, önleri kesilip üç kadına da tecavüz ve işkenceden sonra, uçuruma yuvarlayıp kaza süsü verilerek öldürülmesinden ve dördüncü kardeşin sağ kaldığı için olayı anlatmasından öğrendiğimiz öyküsünü artık herkes biliyor. Sonra dünyanın her yerinde kadınlar, onların öldürüldüğü gün olan 25 kasım’ı “Dünya kadına yönelik şiddetle mücadele Günü” olarak kabul ettiler. Biz kadınlar, her 25 Kasım’da şiddete daha çok dikkat çekmeye çalışarak, o günü anmaya çabalıyoruz. Zaten ülkemizde böylesi olayları aramaya gerek yok, hemen hemen her gün böylesi olaylar oluyor. 25 Kasım günü de iki kadın kocaları tarafından öldürüldü.
Antalyalı kadınlar olarak, bu yıl ne yapabilirizi düşündük ve tüm Antalya’yı otobüsle dolaşarak, günün anlamını anlatalım dedik. Büyükşehir Belediyesi’nin otobüsüyle dolaşırken Uncalı’ya gelince, semt pazarının kurulu olduğunu gördük ve sevindik. Sevindik çünkü pazarda kalabalık, özellikle de kadın çoğunluktadır, onlara duyururuz diye. Elimizde megafon günü anlatan, kısa cümleler kuruyoruz ve dolaşıyoruz. Avaz avaz bağıran satıcılar bizi görünce rahatsız oldular. Zabıta bizi uyardı. Pazarda topu topu beş dakika dolaştıysak, “Kulaklarımız patladı, başımız ağrıdı” diyen diyene. Elbette tahmin edeceğiniz gibi diyenlerin tümü erkekti.
Her yerde her zaman erkekler doğuştan örgütlüdür, çünkü bu sistem onların yönettiği ve onların ürettiği bir sistem. Onlara gül bahçesi, kadına dikenli tarla. Kadın sesine ve söylediği insana dair cümlelere beş dakika katlanamadılar. Ya kadın, yaşam boyu eza cefa çekerek yaşamaya nasıl katlanıyor? İşte ses çıkarmaya alışık olmayan biz kadınlar alışmalıyız. Onlar da kadın sesine alışmalı. Bu ses acı çığlıklar değil, hak arayan isyan çığlıkları olmalı. Gördük ki yaşamı omuzlayan bizlerin sesi, bu alanda eksikmiş.
Ertesi gün Muratpaşa Belediyesi’nin salonunda yine aynı konulu bir panel gerçekleştirildi. Konuşmacılar; Gülser Kayır, Emine Anadol, Nilgün Gürbüz idi. Salon doluydu. Arkadaşlarımız konuyu öyle güzel anlattılar ki, şiddet konusunda herkesin kafası açıldı ve gerçek çırıl çıplak ortaya saçılıverdi.
Gülser Kayır; “Şiddet hiç bir kadını dışlamıyor. Şiddet görmeyen kadın yok. 2013’te 168 kadın öldürüldü. 148 kız çocuğuna tecavüz edildi. Antalya’da 15000 kadın şiddet gördü. 4000 kadın koruma izni istedi. Turkcel erkeğe, kadını takip etme hizmeti sunuyor. Sahiplik kölelikte olur. Şiddetin sıradanlaşması çok tehlikeli” dedi.
Emine Anadol, “Şiddet aslında öğrenilen bir davranıştır. Şiddet gören kadın, erkeğin istediği gibi biri olmaya başlıyor ve kendisi kayboluyor” dedi.
Nilgün Gürbüz, Mirabel kardeşleri anlattı ve “Hiç bir uçurum bu gerçeği saklayamaz. Bu kardeşler kelebekler olarak anılıyor. Şiddet, kadın – erkek arasındaki güç dengesizliğinden kaynaklanıyor, devlet bu konuda tedbir almak zorundadır” dedi.
Böylesi korkunç tabloları yazmak ve konuşmak elbette bizleri çok yoruyor. Ama yazılmazsa, konuşulmazsa da tedavisi için hiç uğraşılmıyor. Bizler duyurdukça, duyarlı insanlar sokağa döküldükçe soruna dikkat çekiliyor ve çözüm için az da olsa adım atılmak zorunda kalıyor. Bunu neden yazdım? Gazeteyi okuyan, şiddet yazılarımdan rahatsız olan varsa diye yazdım. Ne denli acı olursa olsun gerçekler her zaman yalandan iyidir, güzeldir. Şiddetsiz bir yaşamı örebilmemiz umuduyla.